Farkındalık Kartları

🌼 YAZILIM VE DONANIM!

Yazı Boyutu:

Kart Yorumu

Allah’ın insana verdiği beden ve içindeki beyni kameralı bir bilgisayar gibi düşünün. O bilgisayarın içinde kendi yaşam deneyimlerinizden bilinciniz oluşmaya başlıyor. Fakat bizim içimizde bir savaş var: Yaratılıştan bugüne kadar insanın ilkel modu diyebileceğiniz nefsiyle gelişmiş modu diyebileceğiniz ruhu arasında yaşanıyor bu mücadele. Bir yanda bencil davranan, olumsuzlukları gören, sürekli söylenen, her şeyin olumsuzuyla beslenen, hataya iten nefis, diğer yandan huzuru ve dinginliği her zerresiyle yaşayabilen ruhunuz... İçimizdeki iyi ses ve kötü ses... İçimizdeki iyi ses, olumlu konuşan ses ruhunuzun sesidir. Daha çok bağıran, olumsuz konuşan ses ise bilinçaltının vesveseyle iş birlikteliği yaptığı nefsinizin sesidir. İnsanlık tarihine bir bakın. Kaç yılı barışla geçti? Hep savaş, hep yıkım, hep acı... Dünya üzerinde savaşın, katliamların, kıyımların olmadığı bir dönem hatta bir zaman dilimi neredeyse yok. Tüm dünyanın barış içinde olduğu bir gün oldu mu? İnsanoğlunun ortak bir bilinci var... Bu ortak bilince çok fazla olumsuz çok az da olumlu yüklemeler yapılıyor. Dünyayı yönetenler bunun farkında olduklarından, sürekli korku düzeneği ile dünyayı yönetiyorlar. İnsanoğlunun bilincinin yükselmesi için, insanların çok daha üst noktalarda olması gerekiyor. Huzur titreşiminde olması gerekiyor. Hırsları, öfkeleri, kıskançlıkları olmayan insanları savaştıramazsınız. Huzur içinde, mutluluk içinde olan, akışa güvenen ve anda kalan insanı, başkaları ile savaşmaya, toplu katliamlar yapmaya razı edemezsiniz. Ellerindeki eşyaların eskidiğine ve yenilerini almaları gerektiğine ikna edemezsiniz. Çünkü onlar her zaman Allah’ı anarlar ve şükrederler. İnsanoğlunun ayağa kalkıp kendini hatırlama vakti geldiğine inanıyorum. İlahi sistemle ve kendiyle barışık olmaya ulaşabilmeli. İşte o zaman ilahi aşkı bulup, yaratılmış her zerrenin içindeki sevgiyi, mutluluk titreşimini görebilir. Genel olarak baktığımızda, insanlık olarak bugüne kadar güdülmüş duygularımızla geldik. Aileden aldıklarınız, etraftan aldıklarınız... Ne öğrendiysek onları kabullenerek veya reddederek geldik. Size öğretilen birçok yolu uygulamış olabilirsiniz. Çoğunda hep çıkmaz yola girdiniz. Çünkü kendiniz için değil, başkalarını mutlu etmek için yola çıkmadınız... Bunu dengede yapmış olsaydınız şu an sıkıntı içerisinde olmayacaktınız. İmkânlarınızın bir kısmını başkalarına bir kısmını kendinize kullanmalısınız. Fakat siz hepsini başkalarına kullandınız. Dünyada savaşı, terörü, açlığı, kıtlığı şifalandırmak için, önce içimizi şifalandırmamız gerekiyor. Bizler, kurban neslin kurban evlatlarıyız. Ama bizden sonraki nesilleri toparlamak da bize düştü. Onların lügatinden intikam, öfke, hırs gibi ilkellikleri çıkaracak adımlar atmalıyız. Yerine barış, sevgi ve hoşgörüyü ekmeliyiz. Kadın ve erkeğin birlikte takım çalışması yaparak yollarında ilerlemeleri gerektiğini bilmeliyiz. Bir çalışan, omuz omuza durması gereken iş arkadaşlarıyla neden rekabete girer? Rakip şirket çalışanlarıyla değil de kendi şirketinin çalışanlarıyla yarışır. Bir çocuk neden okuldaki arkadaşlarıyla rekabete girer? Çünkü onlara bunun doğru olduğunu bir önceki kuşaklar söyledi. Hep yarışa itildik. Dolayısıyla hayatı rekabetten ibaret saymaya başladık. Önce işyerindeki arkadaşlarımızla rekabete tutuştuk. Hayatı zevkli ve eğlenceli yaşayıp üretmek yerine, kanıtlama çabasıyla enerjimizi ve zamanımızı işe kaptırarak işkolik olduk. Başarılı olamayacağını anladığı noktada belki başkalarının önüne geçebilmek için kötü yollara başvurmuş bile olabilir. Sonra şirketin başına geçti ve başka şirketlerle rekabete girdi. Olay bu şekilde kişinin yıllar önce yapamazsın ya da yapmalısın diye itici güç olarak verilen enerjisi nötrlenene kadar durmadan çalışacak. Büyük ihtimal bir şeyler elde edecek ama günün sonunda elde ettikleri için harcadığı zamana baktığında büyük bir ziyanda olduğunu fark edecek. Yan yana iki toplum bile zaman zaman birbirini düşman olarak görebiliyor. Bir topluma, komşu toplum düşman gösteriliyor, o toplumdaki insanlara da bu insanlar düşman... İnsanları kontrol edebilmek için karşılarına bir düşman koymak gerekir. Bir düşmanları olduğu fikri onları meşgul ederken, seçme hakları ellerinden alınsa bile önemsemezler. Çocuklar büyütülürken, hep başkaları kötülenerek taraf tutmaları sağlanıyor. Sizin köyünüze düşman başka köy varsa, o köyün insanları kötüleniyor. Sizin siyasi düşünceniz neyse diğerlerinin tehlikeli olduğu anlatılıyor. Civar ülkelerden düşman edinilmişse, şu an arada barış bile olsa, o ülkenin insanları kötüleniyor. Olmadı futbol takımlarıyla bunu yapıyorlar. Mezheplerle, kökenlerle... O halde dünyada savaşın olması gayet normal. Bu dünyada aklı başında kaç kişi yetişiyor? Neden yetiştiremiyoruz? Biz kendi zihnimizle uğraşmaktan bunlara daha vakit bulamadık. İlk adımda tuş olduk. Sorunu en baştan çözmek gerekiyor. Çocukken komşu çocuğu ile matematik rekabetine giren çocuk, otuz yıl sonra hayatına giren herkesle yıkıcı rekabetlere de giriyor. İsterseniz buna “kelebek etkisi” deyin. Yani, dünyanın bir ucunda bir kelebeğin kanat çırpması, dünyanın öte ucunda fırtınaların kopmasına neden olabiliyor... Çocuğu olan ya da doğacak olanlar, en azından bebeklerine düşmanlık aşılamama bilincine ulaşmalı. Bunda da en önemli rol annelere düşüyor. Kız ya da erkek olsun, bütün çocukları yetiştirenler, temelde anneler, babalar, teyzeler ve bu şekilde devam ediyor. İlk öğretmenler onlar... Annelerin sosyal donanımı, maddi ve manevi donanımı ne kadar iyi olursa, anne ne kadar dengede olursa, çocuk için o kadar iyi. Kendine yetebilen bir anne, çocuklarına da yetebilir. Anne birine muhtaç ise, yaydığı muhtaç enerjisi ile çocuklarına da istemeden bu durumu aşılıyor. Sevgili anneler, Allah’tan tüm kalbinizle mucizeleri çağırın, gelmesine niyet edin... Yeter ki sizin niyetiniz bütüne hayırlı evlat yetiştirmek olsun. Size bildiğiniz ve bilmediğiniz birçok helal kaynaktan yardım gelmeye başlayacak. · Biz yeter ki samimi ve içten olalım. Birçok anne ya çalıştığı için ya da diğer işlerin yükü omuzlarında olduğu için çocuklarına yeteri kadar zaman ayıramıyor. Çocuklar ise bu boşluğu televizyon ya da teknolojik oyuncaklarla dolduruyor. Bu tehlikeli bir durum, çünkü çocuğun bilinçaltını neyin etkilediğini bilmek de zorlaşıyor. Televizyon yayınından ya da internetten nelere maruz kaldığını bilemiyoruz. Çizgi filmlerin içine bile cinsellik ve ölüm gibi temalar giriyor. Şiddet, ölüm, savaş, otoriteye karşı gelme, çılgın ve tehlikeli şeyler yapma gibi mesajlarla karşılaşıyor çocuklar. Diğer taraftan hayatın içinde insanlara diyoruz ki: “Kendinizi Matrix’in dışına çıkarmadığınız sürece, kendi uyanışınızı sağlamadığınız sürece, kimseye faydanız olmaz.” Oysa biz sürekli fedakârlık yaparak durumu kurtarmaya çalışırız. Kalıcı kurtuluş için önce kendinizi kurtarmanız gerekiyor. Dengede olmanız gerekiyor. İlişkilerde de dengede olmanız gerekiyor. Dönüp bakın, duygularınız ne âlemde? Beklentili misiniz, işyerinde sürekli zirveye mi çıkmaya çalışıyorsunuz? En ufacık bir laf ya da hareketten hemen parlıyor musunuz, enerjiniz mi düşüyor? İki türlü zirve var; ya işinizi çok iyi yaparsınız, sizi oraya taşırlar ve yine orada da işinizi iyi yapmaya devam edersiniz ya da gözünüz yüksektedir ve o yeri zorlayarak almaya çalışırsınız. Bu gereksiz bir yarıştır. İşinizi iyi yaparsanız, koltuk sizin için her zaman hazırdır. Fakat koltuk peşinde olursanız, otursanız bile o koltuk sizi içinde eritir ve siz o koltuğun sahibi değil, koltuk sizin sahibiniz olur. Kendimi arındırmadan hangi şirkette olursam olayım, patron bile olsam, piyangodan para bile çıksa, bunlardan bana hayır gelmeyecektir. Önce kendimizi arındırmamız lazım. Affedin, tövbe edin, helalleşin, bağışlayın, yargılamayın, eleştirmeyin, suçlamayın. Bir şeyin daha iyisini biliyorsanız, ötekileri kötülemeden gidip daha iyisini yapın... Biz hep bildik ama bilmekten bilgeliğe geçebilmek için uygulama lazım. Emek gerek. Bir futbol maçında, siz TV’den maçı izlerken, sizin takımınız golü atamadığı bir pozisyonda, siz kalkıp da ben olsaydım o golü atardım demekten vazgeçin. Herkes oturduğu yerden her şeyi her zaman çözer. Unuttuğunuz bir şey var. Golü atamayan kişi yıllardır sahalarda alın teriyle koşup emek eden bir sporcu, siz de yıllardır o koltukta oturan kişisiniz! Bülent Gardiyanoğlu’nun “Her Şey Hakikati Görmekle Başlar” kitabından alınmıştır.
: / :