Motivasyon Kartları

🌟 ÖZENTİ, İMKÂNLARI ZORLUYOR

Yazı Boyutu:

Kart Yorumu

Şu andaki dünya düzeni size reklamlar gösteriyor. “Daha büyük eve geç! Şu arabayı al! Çocuğuna bunu al!” Sizin imkânınız yerli bir araba iken sizi yabancı ve pahalı arabaya özendiriyor. Sonra imkânlarınızı zorluyorsunuz, üstüne faiz biniyor... Kendi hayatımda, önce faizi, borçları temizledim. Bir şey satın almadım. Gelen bolluğu borç kapatmakta kullandım. Kredi kartlarımı bir taneye düşürdüm ve limitini de azalttım. Onu da internetten alışveriş yapmam gerekirse diye bulunduruyorum. Banka arıyor: “Size kredi kartı verelim mi?” Daha önce bol bol kredi kartım oldu ve başıma gelmedik kalmadı. Evrenin İlahi Dili adlı kitabımızda Allah’ın yardımıyla nasıl toparladığımı anlatmıştım. Kredi kartında asgari ödemeye düşürseniz, iki üç yıl içinde dibe vurabilirsiniz. Dünya kapitalist sisteminin bizden istedikleri şu: Özgüveniniz düşük olsun, kendinizi zayıf hissedin hatta değersiz olduğunuza inanın. Özgüvenimiz zayıf olduğunda da dış görünüşümüzü güzelleştirmeye yatırım yaparız ki kendimizi daha iyi hissedelim. “Daha iyi giyin, daha iyi yerlerde yemek ye, daha iyi arabaya bin...” Sonra bir yükleniyorsunuz hesaplara, eksiye gitmeye başlamış! Şimdi hayatın gerçekleriyle yüz yüzesiniz. Niçin dünya sistemi akıllı insanları sevmez? Çünkü akıllı insanın aynı ayakkabıdan beş tane almaya ihtiyacı yoktur. Akıllı insanın iki bin liralık çanta almaya ihtiyacı yoktur. İç çamaşırı almaya parası yokken, lüks markaların sayfalarını takip etmekle ömrünü geçirmez. Televizyon aracığıyla, “Marka giyersem, kendimi değerli hissederim, insanlar beni sever, saygı gösterir...” duygusu bilinçaltımıza programlanıyor. Siz bilinçaltınızı programlayan bu kölelik sisteminin içinde yaşayıp, köle mi olacaksınız, yoksa özgürleşecek misiniz? Bu tüketim oyununun içine bilinçaltları savunmasız çocuklarımızı da çektiler. Durduk yerde çocuğunuz da diyecek ki: “Anne baba, arkadaşlarımın telefonları son model. Benimkisi eski.” Oysa sizin içinizde ukde varsa, “Benim çocuğum nasıl onların arasında ezilir?” diye garip düşüncelere inandırmışsanız kendinizi, gidip pahalısından bir telefon alıyorsunuz. Bilinçaltımızı nasıl ele geçirebiliyorlar? Sizin içinizde açık bir kapı, pencere var ki bu mesajlar girip, ekilebiliyor. Nerede açığınız varsa, hayatınızı da oradan ele geçirmeye başlıyorlar. Yavaş yavaş toparlanırsak, bir süreç içinde hayatımız düzene girecektir. Hamburger yemeyin demiyorum ama ayda bir yiyin, iki ayda bir yiyin. Canınız çektiyse onu da yiyeceksiniz ancak yemenin yüzde 80’inin duygusal boşluktan kaynaklandığını bilin. Gerçekten acıktığınız için mi yiyorsunuz, yoksa duygusal boşluk nedeniyle mi? Beden çok çabuk doyar. Çok az bir yiyecek onu doyurmak için yeterlidir ama zihin her zaman açtır. Gecenin bir vakti reklamlardan sonra kaç kere mutfağa gittiniz? O saatte ne işi var sucuklu yumurtanın, makarnanın, çikolatanın, cipsin? Çünkü reklamlarla canınızı çektirdiler. Kendinize şu soruyu sorun: “Ben mi hayatımı yönlendiriyorum, yoksa olaylar mı beni yönlendiriyor?” Bir reklamda yemek gördünüz; o an canınız çektiği gibi mutfağa gidiyorsunuz. “Burada tatlı var, yemeyeceğim!” diyorsunuz lakin eliniz alıp ağzınıza götürüyor. Kendinize dur diyebiliyor musunuz? İradenizi güçlendirmeniz gerek. Sizin bu gezegendeki en büyük sınavınız, irade sınavınızdır. Ego, tasavvuftaki adı nefis, deli gibi faydanıza olmayacak şeyler yaptırmaya çalışır. “Hayır” demeyi başarıyorsanız, irade sınavınızı kazanırsınız. Nefsiniz diyor ki: “Dua etme! Olmayacak... Niye olmadı ki bugüne kadar?” İçinizden yürümek geliyor, nefsiniz direniyor: “Asansörü kullan. Kendini yorma.” O an yürümek, iradedir. Gece on birde karnınız acıktı; ılık bir süt içip yatmak iradedir. Bir ton yemeği yemek ise nefis... En zor irade, sabah namazında kalkabilmektir. Kafanızdaki ses size milyon bahane uydurur: “Hava serin, uyku tatlı, sonra kılarsın. Rabbin seni biliyor. Sen iyi birisin. Kalbin temiz. İhtiyacın yok...” Yeni bir yaşam oluşturmak istiyorum. Ekmeği azaltmak istiyorum. Bilinçaltımda, “Ekmek yemezsem doymam! Yemeğin içinde et yoksa bir şey anlamam...” var. “Ziyan etme! Suyuna da bandır...” derseniz, bir de bakmışsınız ki yarım ekmeği yemişsiniz. Bunu değiştirmem gerekiyor. Bilinç üstünde başlıyorsunuz ve bilinçaltını değiştiriyorsunuz. Nefis diyor ki: “Hayatın gerçekleri var. Yemeden olmaz! Çok ye... Bol bol ye...” Bir de bakmışız ki ihtiyacımızdan fazlasını yemişiz. “Sebze ile karın mı doyar?” diyerek sürekli stok yapıyoruz. Bir sonrakine aç kalmamak için. Önce hayatımdan şekeri çıkardım, tuzu yüzde 80 azalttım. Şimdi başka biri yemek yaptığında bana çok tuzlu geliyor. Gürültülü ortamdan başka gürültülü bir ortama geçtiğinizde, rahatsızlık hissetmezsiniz. Sessiz bir ortamdan gürültülü bir ortama geçtiğinizde ne kadar rahatsız edici olduğunu hissedersiniz. Ne kadar gereksiz tuz kullandığımı, tuzu azaltınca fark ettim. Su içmeyi öğrenmeniz gerekir. İçtiğiniz bir bardak kahve, vücuttan iki bardak su ile temizleniyor. Vücut kemiklerden su çekerse romatizma yapar, kandan su çekerse tansiyon yapar. Vücut ihtiyacı olan şeyi bir yerden çekecek. İçmediyseniz böbrekten, dalaktan çekecek. Demek ki farkındalığa giden yolda düzenli uyku, düzenli beslenme, spor yapma, kendini bir düzene oturtmaya da ihtiyacınız var. Amacımız rutine girmek değil, hayatımızı toparlamak. Nasıl ki aracınıza benzin seçiyorsunuz, bu bedenin de yakıtını artık seçiyorsunuz. Margarini, kızartmaları bırakıyorsunuz. Saklama kabınız var, sebzeniz var. Acıkınca yeşilliklerden yiyorsunuz. Deli gibi acıkma ihtiyacını gideriyorsunuz çünkü yarısı duygusallığa yarısı acıkmaya gidiyor yediklerinizin. Aslında dışarıdan alamadığınız sevgiyi, ilgiyi, değerlilik duygusunu, sürekli yiyerek gıda ile almaya çalışıyorsunuz. Bir erkek günde yaklaşık iki bin kalori kullanır. Oysa ben altı bin kalori yemek yiyormuşum! Akıl var mantık var; girenle çıkan bir değil. Spor da yapmadık. Hep bilgisayar başındayız ya da oturuyoruz. Elbette vücut bu fazlalığı depolamak zorunda kalacak çünkü kullanamıyor. Vücudun depolama şekli yağa dönüştürmektir. Yediğiniz her fazla lokma, vücudunuzda yağ olarak depolanacak. Mutfağımızda gram ölçen bir terazimiz var. Bir gün dedim ki tenekedeki satılan soğuk çayların ve asitli içeceklerin içindeki şeker oranını hesaplayayım. Bir kutu buzlu çayda 43,5 gram şeker var. Ama üzerine “100 mililitresinde bulunan şekeri” yazıyorlar. Bu ne demek? Bir kutu buzlu çayda 15-16 tane kesmeşeker var... Asitli içeceklerde 19 kesmeşeker... Büyük boyu ucuza aldığınız için seviniyorsunuz. Üstelik içine mis gibi de aroma katmışlar! Aroma nedir? Bir şeyin gerçeği değil, kimyasal kopyası demek. Aromalar sağlığımıza zararlı çünkü sahteler! İki yıldır düzene sokmaya çalışıyorum kendimi. Altı aydır uyku düzenimi de ayarlıyorum. Dinlenmeye, eğlenmeye, gezmeye de zaman ayırmaya çalışıyorum. Unutmayın! Önce can... Eskiden deli gibi çalışıyordum herkese ulaşmak için. Şimdi nasibi olan okusun, nasibi olan internetten ulaşsın istiyorum. Uykudaki insanı uyandırmak gerekiyor. Önce farkına varacağız. Hayatımıza gelen olaylar, bizi uyandırmak için geliyor. Çünkü bu kafayla gidersek, doğru yaşayamayacağız. Önce farkındalığım artmaya başladı. Sonra bilmekten hale geçme aşaması geldi. Birçok kişiye diyorum ki: “Kesinlikle benden daha iyi bildiğinizi kabul ediyorum. Ama uyguluyor musunuz?” Kendinize söz geçirmeniz en zor olanıdır. Bunu sağlayınca özgüveniniz artar. Çeşitli mesleklerden insanlarla konuşuyorum. Kendi hayatında belli bir disiplini oturtabilen insanlar, başarılı olmaya da başlıyor. Çünkü hakkını aramayı öğreniyor. Demek ki bugünden itibaren düzenli yaşam şekli, düzenli beslenmeye başlıyorsunuz. Mecbur kaldınız, yediniz karbonhidratları. Seyrek aralıklarla sorun değil. Sadece alışkanlıktan çıkartın. Bir restorana gittiniz. “Tabakta ne var?” diye sordun. “Döner, salata, pilav ve patates...” Pilav ve patatesi çok sevseniz bile siz salatayı seçin. “O ikisini çıkar, oraya da salata koy...” İçinizden bir ses, “Saçmalama! Pilav ve patates yenilmez mi?” derse kale almayın. Siz et ve yeşilliğinizi yiyin. Karbonhidrattan mümkün oldukça uzak kalın. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Gönül Gözü” kitabından alınmıştır.
: / :