İnsanlar hayatlarının bir dönemine kadar deneme-yanılma ile giderler. Bir çocuk deneyerek öğrenir. Çaydanlığa dokunur, sıcaktır, eli yanar. Hızlı koşup düşer, dizi yaralanır. Deneyimler ve hayatı tanır. Bu dönem genellikle on yaşına kadar sürer. On yaşından yirmili yaşlara kadar hep “Ben bilirim!” modunda dolaşır. Anne babanın bile sözünü dinlemek istemez. Belki biraz öğretmenler, daha çok da arkadaş çevresinden, kitle iletişim araçlarından bir şeyler öğrenir. Yirmi ile otuz arasında kendi tecrübeleriyle bir hayat sürmeye çalışır. Bu kısım genellikle bir maratondur. En azından bu çağda, bu dünyamız için çünkü geçmiş yüzyıllara gittiğinizde bu yaş aralığı neredeyse ömrün de sonuna tekabül ediyordu. Günümüzde ise bu dönemde insanlar halen daha genç ve enerjik oluyor ancak ya akıl-mantık ya da duygusallık açısından çok aşırı gidiyorlar. Yirmi ile otuz yaş arasında pek denge yoktur. Akıl-mantıkçılar bir anda âşık olur, duygusal olur; duygusal olan da birini sever, karşılık göremez, bir anda akıl-mantıkçı olur. “Sevgi yalanmış!” demeye başlar. Aşırı akıl-mantıkçı biri öyle bir duvara çarpar ki sadece aklıyla çözemeyeceği pek çok şey olduğunu fark eder. Oysa arayı bulmak gerekir. Kesin bir istatistik vermek mümkün olmasa da insanların ancak yüzde 10’luk bir dilimi bu yaşlarda akıl ve duygu dengesini kurabilir. Bu insanlar şanslıdır çünkü daha iyi bir insan olma, daha iyi nesiller yetiştirme yolunda ilerlerler. Hayatı bir sınav olarak görürsek, yirmi-otuz yaş arası bizim için mülakat dönemidir. Otuzlu yaşlardan itibaren insan öz farkındalığı tanımazsa dışarıdaki insanların düşüncelerine ihtiyaç duymaya başlar. “Bugün ne giyeyim? Bu iş benim için hayırlı mı? Acaba doğru kişi ile mi beraberim?” gibi sorular sormaya başlar etrafındakilere. Bu dönemde çoğu kişi aşırı sorumluluk almaktan, aşırı çalışmaktan mustarip hale gelir. Ailesini korumak adına aşırı yükleme yapar ve kırktan sonra da perişan olur. Buradaki en önemli uyanış otuz beş yaş civarıdır. Bu yaşlarda “O kişiden ayrıldım, bu kişiyle beraberim; yine aynı sorunlar yaşanıyor...” ya da “İşyeri değiştirdim, aynı sorunlar yaşanıyor...” demeye başladıysanız, hayatınızda bir şeylerin tekrara girmeye başladığını fark ettiyseniz, korktuklarınız başınıza geliyorsa, dikkat! Yüksek enerjili biri korktuğunu on dakika sonra yaşar, orta enerjili bir yıl sonra, düşük enerjili yirmi yıl sonra ama mutlaka yaşar. Bunu fark ettikten sonra atılacak ilk adım hangi döngüde olduğunuzu bulmaktır. Hayatınızda tekrara giren şey nedir? İş mi, çocukla ilgili sorun mu, sağlıkla ilgili sorun mu? Yoksa ekonomik sorunlar mı? Hangi döngüdesiniz? Ahmet gidip Fatma geliyor ama olaylar değişmiyorsa, bunun başlangıcını bulmanızın zamanı gelmiştir. Diyelim ki işyerinde iftiraya uğradınız ve işinizden edildiniz. Bir avukata gider ve yargı yoluyla hukuki sorunu çözersiniz. Fakat enerji yönünü de çözmelisiniz. Bu olay sizin hayatınıza neden geldi? Bu haksız misafiri, iftira misafirini hayatınıza ne çekti? Belki işinizi patrondan daha çok sahiplendiniz ve bunun yeterli olacağını sandınız ama genelde “önce fedakâr insanların feda edildiğini” unuttunuz. Belki daha önce de buna benzer bir olay yaşadınız ama o zaman da çözmek yerine üstünü kapatmayı tercih ettiniz. Belki siz birine bir haksızlık yaptınız, belki çocukluğunuzdan beri üzerinizde taşıdığınız, tekâmülünüzü engelleyen bir “suçlanma korkusu” var ve ilahi sistem artık bunu çözüp kurtulmanızı, kendinize güvenmenizi istiyor. İlk olayı bulup helalleşirseniz, şimdikini de çözersiniz. Oysa insanlar zaman çizelgesi içinde yaşadığı olaylara bakmak yerine, görmezden gelmeyi tercih ediyor. Yirmi üç yaşında affetmediğiniz, helalleşmediğiniz kırk üç yaşında yine karşınıza çıkıyor, başka kişi ve olaylarla kendini tekrarlamaya devam ediyor. Travmalar kolay affedilecek olaylar değildir ancak enerji alanınızda kendilerine bir yer edinmelerine ve korumanızı zayıflatmalarına izin vermemeniz gerekir. Her enerji bir akıştır. Şelale gibi akar, nehir olur, denizlere dökülür, buharlaşıp yeniden yükselir ve yine yağar. Suyun doğadaki dönüşümü gibi düşünürseniz, bu akıştan bol bol nasiplenmeniz gerekirken, fırsatı kaçırıyorsunuz. Çevrenizde güçlü bir enerji koruması olması gerekirken, açılan gedikleri görmezden gelmeyi tercih ediyorsunuz. Böyle yaparak kendinizi erteliyorsunuz. Sizin bir tekâmül yolunuz var ve her erteleme sizi biraz daha geciktiriyor, hedeften uzaklaştırıyor. Vahşi bir at düşünün. Onu dizginlemek kolay değildir. Epeyce zorlanırsınız koşum takmakta. Bir de bir düzine vahşi atla uğraşmak zorunda kaldığınızı düşünün. Bu defa çok daha fazla zahmetli olacaktır. Bu nedenle çözmeyip bırakmak, üstünü örtmeye çalışmak işinizi kolaylaştırmayacak, yığılmaya ve daha sert sınavlara sebep olacaktır. Sizin uyanma vaktiniz geldi ve uyanmakta zorlandıkça sistem kapınızı daha sert çalıyor. Dâhi fizikçi Albert Einstein, “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuç beklemek aptallıktır...” der. Aynı şeyleri yaparak farklı bir sonuç alamazsınız. Bu yüzden kendinizi ertelemeyin ki yıllar sonra “Keşke şimdi yirmi yaşındaki enerjim olsa da şunları yapabilsem...” demeyin. Hayatınızda fırsatlar var ve siz kendinizi erteledikçe kaçıyorlar. Ben de çok fırsat kaçırdım. Büyük firmalarda hatta başka ülkelerde iş fırsatlarını teptim. Bugün ise “Şimdi geriye dönebilsem, başka türlü karar verirdim...” diyorum. Elbette geriye dönüş mümkün değil. Bu nedenle bugünü iyi değerlendirmek gerekiyor. Hazır olmalısınız. Biri gelip size bir fırsat sunduğunda onu almaya ve değerlendirmeye hazır olmazsanız, fırsat da gelmez. Sözgelimi biri gelse ve size çok yüksek bir maaş teklif etse önce inanmazsınız çünkü kendi kafanızda kendiniz için belirlediğiniz bir sınır var. Daha kendi sınırlarınızın gerçekte nerede olduğunu tam tespit edemediniz. Sonra muhtemelen teklifi reddedersiniz. Kabul etseniz bile hazırlanmayı ihmal ettiğiniz için başka sıkıntılar yaşarsınız. İçinize ekilmiş programları, çekirdek inançları temizleyip dengeyegelemediyseniz, bocalarsınız. Hayal kurun: Gerçekleştirmek istediğiniz hayalleriniz olsun ve varmış enerjinizi aktive edin. Sonra fırsatı bekleyin ve onu değerlendirecek altyapıyı da kendinizde hazırlayın. Fırsat denilince yalnızca maddi imkânları anlamamak lazım. Söz konusu maddiyat olduğunda kapitalist piyasa sistemi her şekilde kazançlı çıkar zaten. Mesela size üç bin lira maaş verir, üç bin ekmek alabilirsiniz ama ertesi yıl alım gücünüz iki bin ekmeğe düşer. Her yıl zam aldığınız halde alım gücünüz yine düşmeye devam eder. Kapitalist sistemin emeğe yaklaşımı budur. Sizi reklamlarla sürekli daha fazla harcamaya yöneltirken bir yandan da alım gücünüzü düşürür ki daha fazla kendisine mahkûm olun. Bağımsız olamayın ve kolay yönetilebilir hale gelin. Bu nedenle bir ay boyunca bir işyerinde çok zor işlerde çalışıp hak ettiğinden daha azını kazanan insanlar, aynı patronun sattığı pahalı bir telefonu alabilmek için aylarını feda ederler. Akıllı bir insan ise kullanmayacağı hiçbir düğmeye para vermez. On saat çalışıp, elli günlük maaşla yani beş yüz saatinizi harcayarak, çok az kullanabileceğiniz bir eşya ya da fonksiyonu satın alıyorsanız, bir daha düşünün. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Kendini Ertelemekten Vazgeç” Kitabından alınmıştır.
🎁🎁 Tebrikler. Bülent Gardiyanoğlu’nun yılda iki kez gerçekleşen Kişisel Gelişim ve Farkındalık Kampına %19 indirim hakkı kazandınız.
Bilgi için +90 548 872 00 90 Whatsapp numaramıza 1919 yazıp gönderin.
Çağrı Merkezimiz size yazılı olarak gerekli bilgileri iletecektir. (Kazanılan indirim hakkı nakite çevrilemez, bir başka indirim hakkıyla birleştirilemez. Geçerlilik süresi 6 aydır. 6 ay dolmadan hakkınızı bir başkasına devredebilirsiniz)