Farkındalık Kartları

🌼 Bolluk-Bereket

Yazı Boyutu:

Kart Yorumu

Her fırsatta vurguladığım gibi, anlattıklarım ve anlatacaklarım kendi hayatımdan tecrübelerdir. Kendi hayatımda dönüştürebildiğim şeyleri bu satırlara yazarak paylaşmaya çalışıyorum. Yaptığım sohbetlerde gördüğüm şu: Herkes bir şekilde iş yapmayı seviyor. Çoğu insan da belirli konularda uzman ve elini nereye atsa, başarılı olabilir. Para da kazanabilir ama kimisine geldiği gibi gider. Bolluk-bereket denildiğinde genelde ilk akla gelen paradır. “Para gelecek ve o parayla ben rahat yaşayacağım. Lüks yaşayacağım, dilediğimi satın alacağım, dilediğimi yapabileceğim...” diye umulur. Fakat bizim toplumumuzda bir arızalı durum var: Orta gelir ve altındaysanız, sizin aile kodunuzda zenginlik olmayabilir... Bu konuyu araştırmanız lazım. Sizin evinizdeki muhabbet, “Amcan öyle yaptı, dayın böyle yaptı” gibi genelde başkaları üzerine kurulan muhabbetler mi? Yoksa ailece ortak kararlar alıp güzel niyetlerde bulunup adım atmak üzerine mi?... İcraat yoktur ama hep birilerinin çekiştirildiği, fakirliğin bir erdem gibi anlatıldığı, zengin olmanın suç ve kötü gösterildiği, çok paranın insanı bozduğu, para ile insanın satın alınamayacağı, paranın ağaçtan toplanan bir şey olmadığı, insanın elinin kiri olduğunun öğretildiği bir yapının içinde mi büyüdünüz? “Çalışarak zengin olunmaz!” gibi çok tehlikeli bir çekirdek inanç da vardır. “İstediğin kadar çalış, yapamayacaksın!” derken bir yandan da başaranların “yanlış yoldan” başarabildiğini söylemek ister. Aileniz, anneniz, babanız zenginlikten bir korku elde etmişler. Onlar zengin olursak başımıza bir şey gelir korkusu hissediyorlarsa, siz de zengin olmakta zorluk çeker ve kendinizi güvende hissedebilmek için yokluk limanına demirlersiniz. Hepsinin çözümü var ancak çözüm için kendinizi ikna etmeniz şarttır. Zor olanı da zaten budur. “Çok mal haramsız, çok laf yalansız olmaz” derler. “Dünya malı dünyada kalır” derler. “Mal da yalan mülk de yalan” derler. Bu tür kodlamalar sizi bir kalıba sokan düşüncelerdir. Evlatlarının “fakir ve rahat” olacağını düşünen aileler vardır. Hem kuru ekmek yemeye övgü düzer hem de rahat olunmasını isterler! Bizde güzel sözler söyleyen, manevi öğütler veren biri varsa, illa fakir olacak, illa gariban olacak! Zengin bir dede gelip öğüt veremez! Zengin bir misafirin hayırdua ettiği görülmüş şey değildir! İlla bir lokma bir hırka yaşayan bir ihtiyar dede, yatacak yeri bile olmayan bir Tanrı misafiri hayırlı ve iyi olabilir! Bizim öğretimizin içinde en temel problem şudur: Para kötüdür. Böyle yetiştirilince parayı hiç umursamadık. Ben de dahil hepimizde bu anlayış vardır. “Para bize gelmez ki” ya da “Para bize uymaz” derler. Kimi aileler, “çocuğa para, miras bırakmak yerine, ahlak, sağlam kişilik bırakmanın daha iyi olduğunu” savunur. Bu da yanlış değil. Ancak bir Müslüman bu gezegene faydalı olmak için, yere sağlam basmak için, bir fakir gördüğünde yardım edebilmesi için varlıklı olmalı. Dilediği anda dilediği aileye yardım götürebilmeli. Gerçekten bir yardıma ihtiyacı olanla karşılaşırsa, yapacak bir şeyleri olmalı. Benim ailemde annem, “Allah çok verip azdırmasın, az verip aratmasın...” derdi. İkinci olarak da, “Ne en önde ol, ne de en arkada. Önde olursan ezerler, arkada kalırsan taşlarlar...” diye öğüt verirdi. Bu nedenle gelir skalasının ortalarında bir yeri bilinçaltımda hep hedefledim. Bu bölümde kendimi güvende hissediyorum ama bu haklı ve doğru olmaktan çok, annem bana bu anlayışı ektiği için böyle. Zirve yapmam gereken noktalarda kendimi frenleyip geriye aldığım çok oldu ailem endişelenmesin, güvende olduğumu düşünsün diye. Çekirdek inancımızdaki en büyük problemlerden biri, zenginliğin ve bolluğun kötü insanlarda olduğu, fakir insanların da erdemli olduğuna inanmamızdır. Biz atalarımızdan gelen öğrenilmiş çaresizlikle yetiştiriliyoruz. Toplum olarak sıkıntı ve darlığın içinden yeni yeni çıkmaya başladık ama kıtlık bilincimiz halen var. Eskiden tüp gaz, margarin, çay, kahve kuyruğu vardı. Daha gerilere gidildiğinde, ekmeğin karne ile dağıtıldığını görürsünüz. Sizin anneniz babanız bu eski darlığı, kuyrukları bildiği için kıtlık bilinci var. Annem ve babam doğduğundan beri pek tatil yapmamış. Onun anne babası da darlık, savaş görmüş. Fotoğrafı çekerken adil olmamız lazım. Atalarımız en az beş on kuşaktan beridir rahat yüzü görmedi. Göçebelikten bugüne gelene kadar hep çalıştı. Nefes almadı. Fakat sorun şu: Çalışkanlar, maddi olarak hakkını istemeyi bilmediği için, hep karşı tarafın değerini görmesini bekler. Ben de aynı süreçten geçtim ve bu da yaklaşık yirmi yılımı aldı. Sonunda baktınız ki çırpınıyorsunuz çırpınıyorsunuz kimse görmüyor. Çalıştığım şirkete ilk ben girer, en son ben çıkardım. Klimaları, ışıkları bile ben kapatır, evime öyle giderdim. Patron, “Bu ay biraz dardayım...” dediğinde, “Önce arkadaşlarımın maaşını verin. Benim acelem yok...” derdim. Bütün çalışma hayatım bu şekilde oldu. İki temel sorunum vardı: Birincisi cesaret, ikincisi bolluğun güvenli olduğunu kabullenememek... Gözünüzü kapatın ve düşünün: Bolluk sizin için güvenli mi? Hayatınızda bolluk olursa, paranız, malınız, mülkünüz, gayrimenkulleriniz, yüklü banka hesaplarınız, hisseleriniz olursa kendinizi nasıl hissedersiniz? İçinizde bir “Bu kadar şeyi nasıl kontrol ederim?” korkusu başlıyor mu? El âlem ne der korkusu, güçlü olmaktan kaynaklı bir korku oluştu mu? İlişkilerinizin bozulacağını, çevrenize sizin paranız için gelen insanlar toplanacağı ya da hedef olacağınızı düşündünüz mü? Genelde insanlar böyle şeyler düşünür. Kimisi de kendini o zenginliğe layık görmez. Kısacası bizim ailede para kötü bir şeydi; namuslu yaşamak istiyorsak orta halli ya da fakir olmalıydık; zenginler hep bozulmuştu ve zengin olursak biz de bozulabilirdik. Hatta bizi bozmasınlar diye ailesi varlıklı olan çocuklarla konuşamıyor, arkadaşlık da etmiyorduk. Oysa çoğunun hiçbir zararı yoktu. Uzun yıllar boyunca, maddi durumu iyi olanlarla muhabbet edemediğimi fark ettim. Tam bir kıtlık bilinci... Biz ailemizde kıtlık programı ile yetiştirildik. Öne bunu kabule geçmemiz gerekir. Bunun için suçlu aramaya gerek yok. Onların anne babaları da bunu söyledi. Onlar da önceki kuşaklar yüzünden bu halde. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Dört Sınav” Kitabından alınmıştır.
: / :