Nasibinizde farkındalık varsa, vakti geldiğinde olacaktır. Fakat bunu öğrenme yolu herkeste farklıdır. Hangi yoldan giderse gitsin, ne zaman farkındalığa ulaşacak olursa olsun, her insanın işini kolaylaştıracak en önemli ipuçlarından biri kibirli olmayı bırakmaktır. Emin olun, kibirlenmek kimseye yakışmıyor. Hz. Âdem’den başlayarak, neredeyse tüm inanç sistemlerinin ve neredeyse tüm ahlaki öğretilerin “kötü” olduğunu söyledikleri kibir, insani ilişkilerde de olumsuzlukların başını çeker. Kibirle dolaşan, başkalarına tepeden bakanı kimse sevmez. Daha kötüsü, kibirlenen, aşağı gördüğü kişilerden daha aşağıya iner. Kınadığı, hor gördüğü bir şekilde başına gelir. Deyim yerindeyse, kibirli dolaşanı hayat peynir gibi rendeleyip makarnanın sosuna koyar! Oysa insan olarak çoktan öğrenmiş olmanız gerekir ki yerine göre karınca, filden daha büyük işler yapar. Mantık şarttır insan için ama yerine göre mantığın işlemediği, mantığa aykırı durumlar insanların dünyasında sürekli yaşanır. “Mantıkla hareket edeceğim, kârlı çıkacağım...” diye düşünürken, önce duygularınıza kapılır, mesela âşık olur, sonra da avucunuzu yalarsınız. Sonra da “Aşk yalanmış meğer...” deyip yeniden mantıkçı olursunuz. Her ikisi de hatalıdır. Ne sadece mantıkla hareket etmek gerekir ne de sadece duygularla... İkisinin dengesi önemlidir ve insan için gereklidir. Arızalarınızı bırakın. Onlara tutunmanızın size bir faydası yoktur. Bana bir bakın: Dibe vurmuşken, ailesi “Orayı da batırsın...” diye yaşadığım Kıbrıs adasının Rum kesimine yollamayı düşünürken toparlanmayı ve ayakta kalmayı başardım. Şimdi deneyimlerimi insanlara anlatıyor, başkalarına faydalı olmaya çalışıyorum. Bu sebepten, artık şikâyet etmeyi, arızalarınıza tutunmayı bırakın. O kadar lüksünüz yoktur. Herkes kendi yaratılışının merkezindedir. Bu nedenle eliniz ayağınız tutuyorsa, kendi kulağınızı kendiniz kaşıyacaksınız. Başkasına kaşıtmayacaksınız. Herkes kendi işini yapacak, eli ayağı tutuyorsa adım atacaktır. Kendi başınıza yemeğinizi yiyebiliyorsanız, kendi başınıza tuvalete gidebiliyorsanız, en büyük nimet budur. Gençlik ve yaşlılığın farkı da budur. Yaşlılık, sizin takvimde aldığınız yıllar değildir. Kendi işinizi kendinizin yapıp yapamadığınızdır. Kendi işinizi yapabiliyorsanız, demek ki gençsiniz, sağlıklısınız ve büyük bir imkânın sahibisiniz. Belki yaş ilerledikçe daha yavaş hareket ediyorsunuz, daha yavaş üretiyorsunuz ama üretiyorsunuz. Üstelik bu defa üretimin üstüne “tecrübe” gibi bir zenginliği de koyarak, çok daha güzel şeyler üretiyorsunuz. On sekiz yaşında çok katlı bir binanın en üst katına merdivenleri kullanarak çıkabilirken, bugün asansörle çıkıyor olabilirsiniz ama hâlâ eliniz ayağınız tutuyorsa, demek ki vaktiniz de vardır. Bu vakti ne için harcayacağınıza ilişkin karar vermeniz gerekir. Hâlâ başkalarına kızarak, kırılarak, üzülerek ya da başkalarını küçümseyip, kibirlenip onlardan kötü duruma düşerek mi devam edeceksiniz yoksa artık farkındalık içinde, huzurlu ve üretken mi olacaksınız? Hayatımın en büyük kırılmalarından birini yaşadığımda otuz dokuz yaşındaydım. Kendimi yaşlanmış, artık yapacak bir şeyi kalmamış gibi hissediyordum. Farkındalığa adım atmış olmama rağmen, içimden, “Galiba bundan sonra bir şey yapamayacağım...” diye düşünüyor, öyle hissediyordum. “Büyük ihtimalle bünyem artık kaldırmaz yoğun çalışmayı... Seminerlere de gidemem... Uçak yolculuğu beni yorar. Bir iş bulup düzenli mesai yapayım bari...” demeye başladım. Bu vesvese kafama geldiğinde, bir hafta kadar evde ruh gibi gezindim. Üzerimde bir ağırlık vardı ve eşim soruyordu: “Neyin var?” “Yok bir şey.” Bu durum bir süre devam etti. Bir gün eşim, onu işyerinden almamı istedi. Eşim, bir üniversitede rektörün asistanlığını yapıyor, oldukça yoğun çalışıyordu. “Tamam...” dedim. O gün, işim olmadığı için kararlaştırdığımız saatten de biraz daha erken ulaştım üniversiteye. İşlerini bitirmesini beklerken, rektör çıktı bir ara ve beni fark etti. “Bülent burada mıydın? Gelsene, biraz laflayalım...” dedi. Rektör, çok bilgili bir insan, kendi alanında birçok makalesi ve kitabı olan çok saygın bir hoca idi. Ben onun yanına geçerken, eşim işaret etti: “Hoca çok yoğun, fazla zamanını alma...” dedi. “Tamam...” dedim. “Beni kovduğunda çıkacağım!” Espri yaptım ve sanki çok uzun kalacakmışım gibi davranarak odaya geçtim. Aslında görüşmeleri ne kadar gerekiyorsa, o kadar yaparım. Ne daha uzun ne daha kısa... Bir konu on dakikada konuşulabiliyorsa, kırk dakika konuşmanın faydası yoktur. Hoca kahve söyledi, muhabbet ettik. O hafta vesvese beni yiyip bitiriyor, kendimi moralsiz ve artık yaşlanmış hissediyordum. Henüz otuz dokuz yaşındaydım üstelik... “Sana bir şey anlatayım mı?” dedi. “Bu üniversitenin sahibi var ya, otuz dokuz yaşını yeni bitirmişti, kırk yaşına yeni giriyordu bu okulu, üniversiteyi kurduğunda...” İçimden “Bismillahirrahmanirrahim!” dedim. “Ben otuz dokuz yaşında yaşlanmış hissediyorum, hoca ne anlatıyor!” “Daha kırk yaşına yeni girmişti ve toplamda yirmi öğrencimiz vardı ilk eğitim yılında.” Üniversitenin kurucusunu tanıyordum ve “Babadan zengindir. İmkânı olduğu için okulu açabilmiştir...” diye düşünüyordum. Hoca devam etti: “Şimdi yirmi beşinci yılımızı kutluyoruz ve kırk bin öğrencimiz var. Üstelik kurucumuz bütün işi kendisi yaptı. Çalışıp çabalayarak okulu bugünlere getirdi.” Öylece kalakalmıştım. Eşim geldi, kalkmamı işaret ediyordu ancak hoca beni bırakmayıp devam etti anlatmaya. Yaklaşık yarım saat konuştuk. Sanki ihtiyacım olanı biliyormuş gibi bana lazım olan bütün mesajları, o yarım saatlik konuşmada vermişti. Aslında dikkat ederseniz, sizin de bazen aradığınız cevapların böyle önünüze çıktığını görürsünüz. Vesvese sizi ne kadar meşgul ederse etsin, bazen bir insan aracılığıyla bazen bir kitabın sayfasında, aradığınız cevap karşınızdadır. Yeter ki görmek isteyin, farkındalık alanında kalın... Kimi insan benim durumumda olduğu gibi, daha kırkında kendisini yaşlı sanır, kimi insansa kırkında yeni bir başlangıç yaparak çok büyük projeleri geliştirir, gerçeğe dönüştürür. Siz hangi türde olacaksınız, buna karar vermeniz gerekir. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Yüreğiyle Konuşanlar” Kitabından alınmışıtr.
🎁🎁 Tebrikler. Bülent Gardiyanoğlu’nun yılda iki kez gerçekleşen Kişisel Gelişim ve Farkındalık Kampına %19 indirim hakkı kazandınız.
Bilgi için +90 548 872 00 90 Whatsapp numaramıza 1919 yazıp gönderin.
Çağrı Merkezimiz size yazılı olarak gerekli bilgileri iletecektir. (Kazanılan indirim hakkı nakite çevrilemez, bir başka indirim hakkıyla birleştirilemez. Geçerlilik süresi 6 aydır. 6 ay dolmadan hakkınızı bir başkasına devredebilirsiniz)