Korkularla hareket ederseniz, mesela işyerinde alttan almayı daima tercih ederseniz, günün sonunda yine gidecek ilk kişi siz olursunuz. Bırakın korkuyla iş yapmayı, aşkla yapın. İşinizi severek yaparsanız, fedakârlıkla yaptığınızdan daha güzel işler çıkarır, daha fazla verim alır, sevdiği bir işi yapan kişi gibi mutlu olursunuz. Ne kadar fedakârlık yaparsanız yapın, “İşimi çok iyi yapardım. Akşam çıkarken boşa elektrik gitmesin diye lambaları bile kapatırdım...” demek sizi kurtarmaz. En az maaşı size verir, ilk sizi atarlar. Oysa aşkla yaptığınızda, mesela, işinizi severek yaptığınızda üretken olursunuz. Üretken, yenilikçi kişiler her zaman aranan kişiler olurlar. İşini severek yapanlar, aldıkları maaşlarının bereketini görürler. Korkuyla çalıştığınızda “Ay başı o maaşı alamazsam bittim ben!” derseniz, üretim kanallarınız kapanabilir. Maaşlı bir köle haline gelirsiniz. Çok iyi bir grafiker, yaptığı işi keyifle yapıyor. Yarın neyi güzel yapacağını düşünüyor. Aklında ay başındaki maaş değil, yapacağı işler var. Ona zaten iyi maaş verirler çünkü üretkendir. Üretken kişiler, neşeli, şakacı olurlar. Onlarla keyifli sohbetler yapabilirsiniz. Severler ve sevilirler. Rekabete ihtiyaçları yoktur. Korkuyla işe girip, sistemin içinde nehirde sürüklenen bir yaprak gibi sürüklenenlerle sohbet etmeyi denediniz mi? Sigaranın birini yakıp diğerini söndürürler. Sohbetlerinde hep bir şikâyet ve söylenme vardır. Mutlaka birilerini suçlarlar ya da bir yerlere kızgındırlar. Beş dakika molada bile bütün hayatlarını, çilelerini hemencecik anlatabilirler. Şirket onların olsaydı, bir numaralı şirket olurlardı. Futbol maçında kendileri oynasaydı golü mutlaka atarlardı. Hükümeti kendileri yönetseydi, işsizlik, böyle sorunlar olmaz, ülke mutlaka refah içinde olurdu. Lafta her şeyi çözerler ama enerjilerini söylenmeye harcadıkları için, bir şey üretmezler. Hayatları kendilerince hep kötüdür: “Beni aldattılar... Şu bunu yaptı, bu şunu yaptı.” Başarılı insanlar, niye başarısız insanlarla arkadaşlık yapmaz? Çünkü başarısız insanlar hep söylenirler. Her şeyin açığını ararlar. Karşısındaki kişinin ne kazandığıyla, ne giydiğiyle, nereye gittiğiyle, ne yaptığıyla ilgilenirler. Sizin açığınızı arayan ve bunu başkalarıyla muhabbet konusu yapan kişileri etrafınızda ister misiniz? Kimse yirmi dakika boyunca, komşunun yanlış park ettiğini şikâyet eden, her konuşmasının sonunda “Ben haklı değil miyim?” diyen kişiyi dinlemek istemeyebilir. Neşeli bir insan, öfkeli bir insanı yüz metre öteden tanır, yolunu değiştirir. Herkese öfkeli olan kişi de der ki: “Bu dünyada düzgün insan kalmadı...” Çok var ama kendilerini sizden koruyorlar. Biz iyi insandık. Feda ettik kendimizi. Sonra beddua ettik. Kötülük yapanla kötülük dileyen sonuçta aynı niyet döngüsü içerisindedir. Fedakârlığımızı Allah için yapmadık, karşılık beklediğimiz, çıkarımız için yaptık. Birine destek oldunuz ki kötü günde o da size destek olsun. Dünya çıkarı... Birine iyilik yaptıktan sonra, o size zarar verdiğinde canınız yanıyorsa, bilin ki dünya çıkarı için ona iyilik yapmışsınızdır. Birine iyilik yaptıktan sonra günü geldiğinde yüzüne saydırmak yerine çoktan unutmuşsanız, Allah rızası için yapmışsınızdır. Allah rızası için iş yapmak önemlidir. Bir fedakârlığı Allah rızası için yaptığınızı düşünüyorsanız lakin sonrasında canınız yanıyorsa, yine yardımınız dünyalık bir beklenti uğruna gitmiş olabilir. Belki farkında değilsinizdir. İçinizdeki duygusal bir boşluğu, birilerine iyilik yaparak kapatmaya çalışıyor olabilir misiniz? Yaptığınız her iyilik sizi aşağı çekiyorsa, bir yerlerde formülde bir yanlışlık olabilir mi? “Ben ona hep yardım ediyorum, o bana kötülük yapıyor, nankörlük yapıyor. Her yardımdan sonra enerji olarak aşağı düşüyorum...” diyorsanız, dengede olmayabilirsiniz. O zaman yanlış bir yerdesiniz. İyiliği yaptıktan sonra hayatınızın devam etmesi lazım... Enerjiniz düşüyorsa, kendinizi kullanılmış hissediyorsanız, beklentiler, korkular derinlerde bir yerde geziyor olabilir... Fedakâr insanlar belli bir süreden sonra, söylenmeye sonra da isyana başlıyorlar. Önüne geleni farkında olarak ya da olmayarak yargılıyorlar. “Niye o mini etek giydi, niye kahkaha atıyor?” “Bu da onun sınavıdır, Allah sınavlarını kolaylaştırsın, onun da gönül gözünü açsın!” diyebiliyor musunuz? Nefes aldığınız her an sınavda olduğunuzun farkında mısınız? Ne zaman bitecek diye sormayın. Nefes aldığımız sürece yeni bir şeyler öğreniyor olacağız. Rabbim bize sınavlarımız için izin veriyor. Allah çok sabırlı... Bu kadar güzel bir gezegende, bu kadar çok yanlış iş yapmamıza rağmen, halen daha kendimizi düzeltebilelim, kul olabilelim ve imkânlarımız kadarıyla başkalarına yardımcı olabilelim diye her gün bize yeni bir ömür veriyor. Biz de o günü, söylenerek, yanlış beslenerek, başkalarını içsel ya da dışsal yargılayarak, üretmeden ve şükretmeden geçiriyoruz. Sonra çoğu kişinin heba ettiği ömründen bir gün gece dizileri izlerken devam ediyor. Yorgun yatıp, zihinlerimiz yorgun uyanıyoruz. Çünkü kendi derdimiz yetmezmiş gibi, dizideki karakterlerin de derdi artık bizim. Bir sonraki bölümde “Ne olacak o kızın hali? Gerçeği öğrenirse kesin yıkılır” deyip dizideki sanal karakter için kendimizi yiyip bitiriyoruz. Hiçbir şeye şükretmiyoruz. Aslında kısa süreli şükredip tekrar şikâyete başlıyoruz. “O başardı, ben yapamadım. O gitti, ben gidemedim...” Sürekli söyleniyoruz. Bu nasıl kişisel gelişim? Her şeyi biliyoruz ama bir türlü uygulayamıyoruz. Albert Einstein’ın bir sözü var: “Her gün aynı şeyi yaparak, farklı bir sonuç beklemek en büyük aptallıktır.” Rutinin içerisinde giderken, hayatınızı yeniden programlamak kolay olmayabilir. Bu yüzden uyanma vakti gelenlerin çoğu, eşinden, işinden, sevgilisinden, sağlığından, parasından, itibarından olabiliyor. Yani dünyalık neye tutunduysa, o ipi görünmeyen bir sistem sanki kesiyor. Bunu anlamak ise nasibinde varsa oluyor. Nasibinde yoksa, “Neden ben? Ben bunları hak edecek ne yaptım?” diye yıllarca söylenip duruyor. Kendi kuyruğunu kovalayan kedi gibi hayatı, aklının alamayacağı derecede karışık bir tekrar eden olaylar döngüsüne giriyor. Tam bir kâbus gibi. Her şey tekrarlıyor ve tekrarın döngü süresi de gittikçe kısalıyor. Eskiden olaylar daha uzun aralıklarla tekrarlıyordu. Şimdi ise gittikçe hızlandılar. Korkuyorsun, başına geliyor. Endişe ediyorsun, bir anda o endişenin içerisinde bataklığa gömülü biri gibi kıvranıp duruyorsun. Böyle bir döngü içindeyseniz ilk yapmanız gereken, zihninizdeki tüm olumsuz düşünceleri bırakıp, Allah’a yönelmek olması gerekiyor. Ardından kendi içdünyanıza dönüp, kendinizle ve diğer kişilerle olan diyaloglarınızı incelemeye başlayın. Biriyle konuşurken kendinizi haklı çıkarmaya mı çalışıyorsunuz? Kısa sürede öfkeleniyor musunuz? Alıngan mısınız? Mükemmeliyetçi? İnatçı? Bu kısmı işte zor. İnatçı olmak. Bunun gibi içsel arızalarınızı fark etmeye başlamanız gerekiyor. Eskiden hep haklıydınız, sonra yarı yarıya oldu. Onların da hatası var, benim de hatam vardı. Peki bundan sonraki adım nedir? Yol uzun. Şimdi dönelim içsel diyaloğumuza. Dürüst olmamız gerekiyor kendimize. Ben arkadaşımla olan diyaloğumda nasılım? Samimi miyim, bir şey mi gizliyorum? Kendimi ona iyi mi göstermeye çalışıyorum? Hayatımızdaki kaç insana, bizi bırakmasın diye iyi görünmeye çalışıyoruz, kendimizi süsleyerek gösteriyoruz? Maskemi oluşturan dünyalıklarım neler? Araba? Ev? Başarı? Aşırı fedakârlık? Herhangi bir kişiyle iletişim esnasında baktınız ki iç- sel arıza veriyorsunuz. “Lafı sokmak zorunda değilim, bir numara olmak zorunda değilim, haklı çıkmak zorunda değilim. Bu olayı kabuldeyim ve en önemlisi bu olayı bana daha önce kim yaptı? Yapanı ve o dönemki kendimi affettim mi?” diye kendinize soru sorun. Karşı tarafla boş yere savaşa girmeyin. Kazansanız da kaybetseniz de aynı savaşın daha serti yolda geliyor. Ta ki siz dersinizi alana kadar. Dersimizi alınca ne oluyor? Yeni dersler yine yolda. En azından direnmek yerine, ders olduklarının farkında oluyoruz. Sadece nefes alışınızı değiştirmek bile kafanızdaki vesveselerden birinin sizden uzaklaşmasını sağlar. Beyne oksijen gitti mi, vesvese orada iş yapamaz. Hava bedava olduğu halde dolu dolu nefes çekmiyoruz. Parayla verselerdi, sigara gibi, dibine kadar çekerdik içimize. Havayı dolu dolu içimize çekmek yerine, kokluyoruz. Koklamayın, derin nefesler alın. İçinizi oksijenle doldurun. Bir şeyi kaybetmeden, kıymetini bilemeyiz. Rahatça nefes alabiliyorken, güzel derin nefesler alın ve buna şükredin. Şükretmeyi başardıkça daha iyi olacaksınız. Elinizdekileri paylaştıkça, aslında çoğaldığını fark edeceksiniz. Bırakın söylenmeyi, bugününüz de boşa gidiyor. Büyük bir illüzyonun içindesiniz. Kendinizi yetersiz görmeyi bırakın ve şu andan itibaren üretken olup iyi bir şeyler yapmaya adım atın. Bülent Gardiyanoğlu’nun “Gönül Gözü” kitabından alınmıştır.
🎁🎁 Tebrikler. Bülent Gardiyanoğlu’nun yılda iki kez gerçekleşen Kişisel Gelişim ve Farkındalık Kampına %19 indirim hakkı kazandınız.
Bilgi için +90 548 872 00 90 Whatsapp numaramıza 1919 yazıp gönderin.
Çağrı Merkezimiz size yazılı olarak gerekli bilgileri iletecektir. (Kazanılan indirim hakkı nakite çevrilemez, bir başka indirim hakkıyla birleştirilemez. Geçerlilik süresi 6 aydır. 6 ay dolmadan hakkınızı bir başkasına devredebilirsiniz)